30 Kasım 2010 Salı

8

Haluk yemekten sonra, gelirken düşündüğü her türlü can sıkan düşünceyi üzerinden atmış, rahat bir şekilde kuruldu koltuğa. Aklında artık ne Zehra vardı ne de onun sıkıntıları. Evet, Haluk Zehra'nın sıkıntılarını kendisinin olarak görmüyordu. Onlar, o korkulu rüyalar, o acılar, hepsi Zehra'nındı. Haluk ise bu sıkıntı dolu süreci çoktan unutmuştu. Çok zorluklar yaşamış, çok acılar çekmiş ama kendini Zehra gibi bırakmamıştı. Böyle düşündükçe daha da keyiflendi.
Kendine 'aferin' dedi güçlü bir ses, keyifle gülümsedi ve Hande'yi aramaya başladı gözleri. Hande de abisi kadar mutluydu. Hatta kendini arada bu bencil duygu yüzünden suçlasa da; Zehra ve sorunları olmadığı için kendisi ve abisi adına seviniyordu.
Hande, Zehra'yı sevdiğini söylüyrodu. Ama Zehra'yı her seferinde suçluyor; ne abisinin ne de kendisinin sevgisine layık olduğunu düşünüyordu. Hande abisi gibi değildi. Bazen sevinçle bazen de endişeyle zehra'yı düşünüyordu. Zehra'nın sorunları asla onu ilgilendirmezdi. Bu konuda kesinlikle kendisini suçlamıyordu ama Zehra'nın durumu ara sıra onu merak içinde bırakıyordu. Bu merak bazen korkuya dönüşüyor o zaman Hande aşırı bir kinle hayalindeki Zehra'ya yükleniyordu: 'beni üzmeye, sorunlarınla meşgul etmeye hakkın yok!'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder