22 Aralık 2010 Çarşamba

11

Her şeyi bırakmıştı. Dünü, bugünü, hatta geleceğini bile dışarıya bırakmış; buraya kapanmıştı. Üzüntüleri de yoktu burada, sevinçleri de. Buradan içeri ne keder, ne sevda ne de yaşam girebilirdi. Bedenini duvarlarla kapatmıştı, ağzını elleriyle, kalbini ise tüm bedeniyle. Yalnızlıkları çağırdı yanına, sadece yalnızlıkları… Yalnızlıklarına duvara zarar vermeden yanında olmalarını öğretti. Kendi de böylece bunu öğrendi.

Ama tek bir şeyi atlamıştı; pencere ve bunu açan eller. Bu yüzden kaldıramadı Zehra bu olayı. Yalnızlıkları pencereden kaçtı ve Zehra şimdi çaresiz, korumasız kaldı. Ağzını kapatamayacağını düşündü artık. Ne ağzını, ne kalbini, ne de kalbini kapatan bedenini. Üşümesine yol açtı bu durum Zehra’nın; titremesine. Kapatamadığı ağzı yalvarmaya başladı: ‘Anne beni de yanına al’ diye. Kalbi hızla çarpmaya, bedeni ise (duvarlar örtmediği için kendini) titremeye…

Zehra anlamaya çalıştı olanları. Zehra’nın hayatında artık yalnızlıkların yerini yeni bir insan alıyordu; beyaz önlüklü, güler yüzlü, güven verici insan…

2 Aralık 2010 Perşembe

10

Hayatında yeni bir pencere açmıştı; şu an bu dört koca, soğuk duvarın arasından pencereyi açan eller. Açılan pencereyle beraber karlarla kapandığı bu soğuk yerde bir anda canlandı. Bahar gelmişti. Sıcacık içini ısıtan bahar... Uzun zamandır burada olduğunu o an anladı. Koskoca bir mevsim geçmişti. Karlar yağmış ve o bunu görememişti. Karları ne çok severdi. Farklıydı onun için kış, buraya kapanana kadar. Özledi. Sıcacık evinde pencerenin önünde karları seyretmeyi, sıcacık battaniyenin içine girmeyi, kalın giysiler giyinmeyi... Severdi, karda sıcak yemekler yemeyi. Ama kışı yaşayamamıştı. Onun için bu kış sadece soğuk geçmişti. Korkunç ve soğuk. Sevemedi o yüzden bu duvarları. Kendiyle arasına girdiği yetmiyormuş gibi kışla da arasına girmişti bu itici duvarlar. Biraz daha tiksindi burada olmaktan.
Bir süre sonra kendinden de tiksinmeye başladı. Çünkü o zaten bu kış ölmemiş miydi? Annesiyle birlikte kendi de girmemiş miydi tahtalar arasına? Baharı görmek ona iyi gelmedi. Çünkü tabut görevi gören duvarlar ardında yaşamın olduğunu hatırlamaya başladı. Bu da ölü bir ruhu rahatsız etmekten başka bir işe yaramadı.
Yüzünü battaniyeyle kapattı. Artık onun için ne bahar vardı ne de kış. Tabutuna kapanmıştı ve tabutlar asla dışında kalan yaşamı göstermezdi insana. Pencereyle dışarı bağlı değildi tabutlar. Duvarlardan daha çok nefret etmeye başladı. Ama bu sefer soğuk veboğucu olduğu için değil, dışarıya bağlı olduğu için.
Yalvarmaya başladı yalnızlığa: 'Lütfen al beni de yanına'...

9

Haluk görmeyeli Hande çok değişmişti. Eski uysal , cana yakın Hande gitmiş arada abisini bile çileden çıkartan bir Hande gelmişti. Haluk Hande'nin bu durumu için oldukça endişeliydi. Hande'yle geçirdiği bir hafta sonunda onun yardıma ihtiyacı olduğuna kanaat getirdi. Yardım etmek isterdi ama onun da kendine bakmak gibi bir sorumluluğu vardı. Ve Haluk'a göre her şeyden önce kendisine bakmalı, acılara bulaşmamalıydı. Bunun için Zehra'dan kaçmamış mıydı? Gerekirse Hande'den de kaçardı.
Ama bu karar için erken olduğunu düşündü. Sonuçta Zehra'dan kaçarken yaşamını alt üst etmiş ve beş parasız kalmıştı. Bu nedenle kardeşine muhtaçtı. Tabii ki Haluk durumu böyle değerlendirmiyordu. O kendini muhtaç olarak değil, kardeşini yardıma zorunlu olarak görüyordu. Ama bu durum onun; kardeşinin kaprislerine, çekilmez hallerine katlanmasına engel olmuyordu. Bu da hiç istemese bile Haluk'u sıkıyordu. Sıkıntılarını unutmak için her zaman yaptığını yapıyor, içiyordu! Biten her şişe, her seferinde kahkahaları getiriyor; Haluk'un kahkahaları yükseldikçe çekilmez Hande yerini eski Hande'ye bırakıyordu.

30 Kasım 2010 Salı

8

Haluk yemekten sonra, gelirken düşündüğü her türlü can sıkan düşünceyi üzerinden atmış, rahat bir şekilde kuruldu koltuğa. Aklında artık ne Zehra vardı ne de onun sıkıntıları. Evet, Haluk Zehra'nın sıkıntılarını kendisinin olarak görmüyordu. Onlar, o korkulu rüyalar, o acılar, hepsi Zehra'nındı. Haluk ise bu sıkıntı dolu süreci çoktan unutmuştu. Çok zorluklar yaşamış, çok acılar çekmiş ama kendini Zehra gibi bırakmamıştı. Böyle düşündükçe daha da keyiflendi.
Kendine 'aferin' dedi güçlü bir ses, keyifle gülümsedi ve Hande'yi aramaya başladı gözleri. Hande de abisi kadar mutluydu. Hatta kendini arada bu bencil duygu yüzünden suçlasa da; Zehra ve sorunları olmadığı için kendisi ve abisi adına seviniyordu.
Hande, Zehra'yı sevdiğini söylüyrodu. Ama Zehra'yı her seferinde suçluyor; ne abisinin ne de kendisinin sevgisine layık olduğunu düşünüyordu. Hande abisi gibi değildi. Bazen sevinçle bazen de endişeyle zehra'yı düşünüyordu. Zehra'nın sorunları asla onu ilgilendirmezdi. Bu konuda kesinlikle kendisini suçlamıyordu ama Zehra'nın durumu ara sıra onu merak içinde bırakıyordu. Bu merak bazen korkuya dönüşüyor o zaman Hande aşırı bir kinle hayalindeki Zehra'ya yükleniyordu: 'beni üzmeye, sorunlarınla meşgul etmeye hakkın yok!'

29 Kasım 2010 Pazartesi

7

Karanlıktı her taraf ve artık o güven verici el saçlarında değildi Zehra’nın. Ne güven verici el, ne sevimli gülümseyiş, ne de o sıcak ses tonu. Beyaz duvarlar ve Zehra tekrar yalnız kalmıştı. Artık, bütün bu olayları yaşatan tanıdık ‘Zehra’ sesi de kaybolmuştu.
Gözlerini açtığında karanlığı gören Zehra korkmak istemedi bu sefer ve tekrar sıkıca kapattı gözlerini. Ellerini birbirine kenetledi; kendini kendi bedeniyle korumaya çalışan Zehra, korkularının önüne titreyen bedenini bir kalkan gibi serdi. Ve karanlık gecenin içinde titreyen beden bir süre sonra uykunun kollarında titremeyi bıraktı.
Zehra bütün gece o sıcak eli saçlarında hissederek güvenle uyudu. Sabah kahvaltıyı getirirken mırıldanan tiz bir kadın sesiyle uyandı Zehra. Ama o her zamanki gibi getirilen kahvaltıya dokunmadı. Korkmadan ama çokta isteksiz bir biçimde soğuk uçlu iğneyi bekledi. Bu sabah soğuk uçlu iğnesi ve mide bulandırıcı gülümsemesiyle hemşire gecikmişti. Bu Zehra’nın hoşuna gitmiyordu. Çünkü o anı beklemek yaşamak kadar canını sıkıyordu. Ama beklenmedik bir şey oldu ve bu soğuk uçlu iğne güven veren adamın elinde geldi Zehra’nın odasına. Bu da Zehra’nın aylar sonra ilk defa gülümsemesini sağladı. İki gündür ilkleri yaşıyordu Zehra.
Düşündü; tanıdık ses ya onu tekrar hayata döndürmüştü ya da bu tanıdık ses Zehra’nın bir dostu bu beyaz duvarların arasına davet etmesine neden olmuştu. Korktuğu, duymak istemediği bu sese ne olursa olsun minnet duymaya başlamıştı Zehra. Teşekkür etti yine aylar sonra bir ilk yaparak birine(bu sese)!
Bu dost soğuk uçlu iğneyi hiçte soğuk olmayan elleriyle batırdı Zehra’nın bedenine. Ne irkildi, ne acı çekti, ne de yaşamaktan sıkıldı bu anı Zehra. Ve yine aynı ses; ilk defa soruyormuş ve cevabını çok önemsiyormuş gibi bir tonda Zehra’ya yöneldi.
—İyi misin?
Cevap vermedi Zehra; ama bu sefer soruyu anlayamadığı ya da soruyu o tanıdık ses böldüğü için değil. Çünkü cevabını bilmiyordu sorunun. İyi miydi, hayır. Kötü müydü, hayır. Ne kadar hissetmeye başlasa da korku, güven ve sıcak elle soğuk uçlu iğneden başka bir şey hissetmiyordu Zehra. Ne iyi olduğunu, ne mutlu olduğunu ne de mutsuz ve kötü olduğunu…
Beyaz önlüklü dostu bu sefer sorusunun cevabı olmadığını anlamış gibi başını eğdi. Aylardır duyduğu en güven dolu, sıcak ve neşeli sesle
—İyi olacaksın. Dedi.
İyi olacağız…

6

Haluk Hande’nin bu davranışından sonra beş dakika, kendine gelmeyi bekledi bahçede. Ve beş dakika sonra Hande’nin son sorusu aklından silinmiş bir şekilde mutlu bir gülümsemeyle biraz önce Hande’nin koşarcasına sığındığı merdivenlerden çıkmaya başladı. İçeri girdiğinde Hande (aynı süre ona da yetmiş olmalı) biraz önce sorduğu soruyu sorulmamış kabul ederek abisinin yanına gitti. Çok sıradan bir ses tonuyla çok sıradan konuları konuşmaya başladı ikili. Belki de hayatlarında Zehra’ydı tek sorun, çünkü Zehra’nın adı geçmeyen sohbet daha sakin ve normal geçti. Bu konuşma sonunda Hande açtığı tatsız konudan(bu tatsız konu Zehra’ydı) abisinin canının yanmadığına sevinerek üzerinden attı Zehra’yla ilgili tüm düşüncelerini. Hande’yi Zehra’nın durumu abisini etkileyecek ise üzüyordu. Onun dışında unutulması gereken önemsiz bir konuydu. Kendini ‘emin ellerde’ bahanesiyle avutuyor, ‘abarttı’ diyerek Zehra’yı suçluyordu. Eğer bu yüzden abisine bir şey olursa Zehra’yı affetmeyeceği konusunda da kendine söz vermişti. Ama acaba Zehra af dileyecek miydi? Ya da affedecek miydi?

27 Kasım 2010 Cumartesi

5

Bu kalabalıkta neyin nesiydi? Bu gürültü de neyin nesi? Her sabah kahvaltısını getiren kadın niye burada dedi başta. Sonra yanındaki hemşireye baktı. Her sabah o da aynı saatte gelip iğnenin soğuk ucu kadar soğuk bir gülümsemeyle Zehra’ya bakar ve o soğuk ucu onun beyaz bedenine batırırdı.
Peki, onun yanındaki adam kimdi? Zehra onu tanıyamadı. Beyaz bir önlük giymiş Zehra’ya gülümseyen bu adamı çıkartamadı. Peki, bu topluluğun beyaz ve soğuk duvarların arasındaki işi neydi?
Beyaz önlüğün içindeki, sevimli bir gülümseyişle Zehra’ya eğildi ve
—İyi misin? Dedi.
Zehra günler sonra birisinin kendisiyle konuştuğunu duyunca şaşkınlıktan avazı çıktığı kadar bağırdı. Bu bağırış daha demin duyduğu ‘Zehra’ sesini bastırmak için bağırdığı ve insanları buraya topladığı bağrıştan bile yüksek tondaydı.
Beyaz önlüklü adam biraz geriledi ve yanındaki sinir bozucu hemşireye bir şeyler söyledi. Biraz sonra her sabah yaşanan o sevimsiz sahne tekrarlandı. Hemşire soğuk uçlu bir iğne getirdi ve soğuk bir gülümsemeyle, Zehra’nın bedeniyle buluşmasını sağladı iğnenin.
Çok geçmeden Zehra’nın gözleri kapandı. Tekrar açıldığında bu soluk gözler başında yine aynı adam aynı sevimli gülümsemeyle duruyordu. Tekrar aynı ses tonu, aynı soruyu sordu.
—İyi misin?
Bu sefer iğnenin soğuk ucundan kurtulmak için bağırmadı Zehra ama cevap da vermedi. Anlamaya çalıştı başta. Soruyu birkaç kez tekrarladı ve tekrar titremeye başladı. ‘Anne’ dedi titreyen sesi. Başladı yine aynı uğultu ve uzaklardan bir ses (tanıdık, terk etmiş bir ses) Zehra diye seslenmeye devam etti. Her Zehra deyişi sesin, Zehra’nın da anne demesini ister gibiydi. Zehra’lar anneyi, anne sesi Zehra’yı takip etti. Ve bir süre sonra beyaz önlüklü adamın ellerini hissetti saçında Zehra. Bu eller hemşireninki gibi soğuk değildi. Günler sonra Zehra’nın bedenine böyle sıcak eller değiyordu. Günler sonra samimi bir ses Zehra’ya merak etme diyordu. Ve günler sonra başta korkuyu hisseden Zehra bu seferde güven duyuyordu.

25 Kasım 2010 Perşembe

4

Uzaklardan bir ses duydu günlerden sonra, uzaklardan bir fısıltı. Korkusu daha da arttı. Dediğimiz gibi artık sesleri unutmuştu. Bu yüzden başta anlayamadı fısıltıyı. İrkildi. Korkusunun üstüne gitmeye karar verdi ve anlamaya çalıştı. Gittikçe yaklaşan fısıltı Zehra diyordu. Bu ismi bir yerden hatırlıyordu.
Buraya geldiği ilk gün düşünmeyi bırakan Zehra tekrar düşünmeye başladı. Adının söylendiğini anlamıştı. Şimdi sesi tanıması lazımdı. Titremeye başladı. Bu ürküten sei duymak istemediği belliydi. Kulaklarını tıkadı ve unuttuğu o sesiyle 'anne' diye söylenmeye başladı. Evet, bu fısıltının sahibi annesiydi.
Daha da korkmaya başladı Zehra. Bu soğuk ve kasvetli odada günlerdir yalnız yaşadığına emindi. Hem biri gelmiş olsa bile bunun annesi olması imkansızdı. Çünkü o çoktan gzölerini kapatmıştı. O çoktan Zehra'ya son konuşmasını yapmış ve elveda demişti ve çoktan girmişti o sevimsiz tahtanın içine. O zaman demişti 'elveda' Zehra annesine.
Annesi Zehra'yı çoktan terk etmişti. Ama bu ses o elveda diyen sesti. O sevimsiz tahtaya kapatılan sesti. Zehra annesinin gidişi kadar bu sesten de emindi.

3

Yalnızdı. O soğuk, beyaz renge boyanmış, yabancı odanın içinde günlerdir yalnızdı. İlk günler düşünmeyi denedi, olmadı. Ardından düşünmeyi de bıraktı. Şimdi sadece duvardaki beyazın içinde kaybolmayı beklemeye başlamıştı.
Her geçen gün daha da beyazlaşıyor, her geçen gün soğuk duvarlara daha da yaklaşıyordu.Uyumuyordu. Getirilen yemeklere dokunmuyordu. Kendisinden korkmaya başlamıştı. Odada bulunan tek aksesuar ya da tek arkadaşı olan; yalnızlığını paylaştığı aynadan da artık korkuyordu. Adını unutmuştu. Çünkü artık hiçbir şeyi düşünmediği gibi, adını da düşünmüyordu. Birkaç gün sonra duyamıyacağının da farkına vardı. Çünkü sesleri unutmuştu, kendi sesini bile... Yavaş yavaş gözleri bulanıyor, yakında onların da kendini terk edeceğini biliyordu. Annesinden sonra şimdi de sesi ve gözleri onu terk edecekti. Korktu. Günlerden sonra bir şeyler hissetti ve ilk defa kalbinin korkuyla attığını duydu!

22 Kasım 2010 Pazartesi

2

Bir araba gürültüsüyle uyandı. Pencereden baktığında Haluk'un geldiğini görünce sevinçten çıldıracaktı. Merdivenleri bir anda indi ve bir anda Haluk'un yanında buldu kendini. O kadar heyecanlıydı ki Haluk da bunu sarılışından, nefes alıp verişinden, resmen kendi elinde atan kalbinden anladı.Konuşmuyordu yada heyecandan konuşamıyordu. Haluk gelmişti, nasıl konuşması beklenirdi ki? Bu şekilde kolları Haluk'un boynuna dolalı geçen bir yarım saatten sonra kendine geldi ve heyecandan kısılmış bir sesle 'Haluk' diyebildi. Sonra bir anda irkildi. Çok önemli bir şeyi hatırlamış gibiolduğu yerde huzursuzca kıpırdandı ve biraz daha sokuldu Haluk'a. Ardından öncekinden daha kısık bir sesle 'Zehra nasıl' dedi. Sorduğu sorunun cevabını duymak istemediği belliydi. Bir anda Haluk'tan kaçmaya başladı ve biraz önce koşarcasına indiği merdivenleri bu sefer daha da hızla çıkmaya başladı. Arksından bakakalan Haluk fısıldadı: Zehra nasıl?

ZEHRA 1

Gençliğimde böyle miydi dedi kendi kendine. Artık sorgulama başlamıştı. Yaşadıkları, hayatı, her bir anı tekrar canlandı. Çünkü artık yalnızdı. Son olarak Zehra da onu bırakmıştı.
O günden beri, her sabah kalktığındabaşta penceresini açıyor, o soğuk kış sabahını içine çekiyor ve aynanın karşısına geçip 'gençliğimde böyle miydi' diyerek çeşmeden şiddetle akan suya başını gömüyordu. Ardından; gençlik alışkanlığı olmasına rağmen, Zehra gittikten sonra asla yapmadığı kahvaltısını hazırlıyor, aradan yarım saat geçince kahvesini yapıyor ve içeyeceği sigarasını yakıp yoldan geçenlere bakıyordu. Kahve soğuyor, sigara sönüyor, o bakmaya devam ediyordu.
Boş gözlerle yoldan geçen insanlara bakıyor, hepsinin suratında Zehra'yı tekrar görüyordu.
Neyseki geçen insan, çok yoktu. Oturduğu sokağın başından ne zaman bir baş gözükse, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyor; kısık bir ses her seferinde aynı tonla Zehra geldi, diyordu. Çünkü o kısık ses Zehra'nın gittiğine hala inanmıyordu. Ve yaşlı adam bu sesi asla susturamıyordu. İlerleyen adımlar adamın penceresine yaklaştıkça bu sefer ihtiyar tekrar başlıyordu ' Gençliğimde böyle miydi? '